Türkiye, yaz aylarında sadece sıcak hava dalgalarıyla değil, alevlerin yuttuğu ormanlarla da mücadele ediyor. Her yıl binlerce hektar orman, birkaç saat içinde kül oluyor. Ancak asıl kayıp, gözle gördüğümüz yanmış ağaçlardan ibaret değil.

Yangın, toprağın kalbini yakıyor. Bitki örtüsünün yok olması ve toprağın hidrofobik hale gelmesi, yağmur sularının yeraltına süzülmesini engelliyor. Bu, zaten kuraklaşan bölgelerde su kaynaklarını daha da kısıtlıyor. Su tutma kapasitesi azalmış toprak, ani yağışlarda sel ve taşkınlara davetiye çıkarıyor. Üstelik, yangın sonrası akarsulara taşınan kül ve sedimentler, içme suyumuzun kalitesini bozuyor.
Ormanlar sadece gölge ve oksijen değil, aynı zamanda dev karbon depolarıdır. Yangınlar, ağaçlarda ve toprakta onlarca yıldır saklanan karbonu bir anda atmosfere salarak küresel ısınmayı hızlandırıyor. Bu ısınma, daha fazla yangın riskini doğuruyor. Yani, kendi elimizle körüklediğimiz bir kısır döngünün içindeyiz. Bazı ağaç türleri yangına adapte olmuş olabilir; kızılçamın kozalaklarının ısıyla açılması buna örnek. Fakat yangınlar arasındaki süre kısaldığında, bu ağaçlar yeniden tohum veremeden yok oluyor. Orman yerini çalılığa bırakıyor, biyolojik çeşitlilik azalıyor. Erozyonu önleyen, suyu düzenleyen, iklimi dengeleyen, hatta ruhumuzu dinlendiren orman hizmetleri yok oluyor.
Üstelik iklim değişikliği yangın sezonunu uzatıyor, sıcak dalgalarını ve kuraklığı artırıyor. Yangınların şiddeti ve hızı katlanarak artıyor. Ekosistemlerin toparlanma şansı giderek azalıyor. Sık ve şiddetli yangınlar, orman ekosistemini tamamen çökertme tehlikesi taşıyor.
Peki, ne yapmalı?
Yangın sonrası, toprağı korumak için malçlama, otlandırma ve kontur hendekler gibi acil önlemler şart. Doğal gençleşmeye izin vermek en sürdürülebilir yol, ama bu her zaman mümkün olmayabilir. Ağaçlandırma gerekiyorsa, monokültürden uzak durulmalı; bölgeye özgü, yangına dirençli ve çeşitli türler tercih edilmeli. Okaliptüs gibi yangını kolaylaştıran türlerden kaçınılmalı. Makilik alanlar da korunmalı; her yeri ağaçlandırma hevesiyle bu değerli ekosistemler yok edilmemeli.
Yangın yönetimi sadece söndürme değil; risk azaltma, yakıt yönetimi, kontrollü yakma (çok dikkatli uygulanmalı), restorasyon planlaması ve toplum bilincini kapsamalı. Yangın sonrası hassas alanlarda yapılaşma ve tarım baskısı engellenmeli.
Türkiye, orman yangınları konusunda kritik bir eşikte. Eğer bugün bilimsel temelli, iyi finanse edilmiş, uzun vadeli ve kararlı bir strateji ortaya koymazsak; geleceğimiz, biyolojik çeşitlilik kaybı, su kıtlığı, toprak erozyonu ve karbon salınımı artışıyla karanlık bir tabloya dönüşebilir.
Gelecek, bugün atacağımız adımların cesareti kadar yeşerecek…
