Brezilya, tropikal ormanların korunması amacıyla 125 milyar dolarlık yeni bir iklim fonu kurmayı planladığını duyurdu. Peki, dünyada yeni bir iklim fonuna daha gerçekten ihtiyaç var mı?..
Bu fon, ülkenin 2025 yılında ev sahipliği yapacağı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP30) öncesinde iklim diplomasisinin önemli bir parçası olarak öne çıkıyor. Ancak, dünya genelinde dış yardım bütçelerinin daraldığı ve özellikle ABD’nin iklim eylemlerinden geri çekildiği bir dönemde, “Yeni bir iklim fonuna daha gerçekten ihtiyaç var mı?” sorusu gündeme geliyor.
Son 30 yılda, gelişmekte olan ülkelerdeki iklim eylemlerini finanse etmek amacıyla 60’tan fazla çok taraflı iklim fonu kuruldu. Ancak bunların büyük çoğunluğu küçük ölçekli ve etkisiz kalırken, yalnızca 19 fon kayda değer büyüklüğe ulaşabildi. Bunlar arasında Yeşil İklim Fonu (GCF), Küresel Çevre Fonu (GEF), Uyum Fonu (AF) ve İklim Yatırım Fonları (CIF) yer alıyor. Bu fonlar, teoride farklı görevler üstleniyor olsa da, sağladıkları finansman beklentilerin oldukça gerisinde kalıyor. Birleşmiş Milletler İklim Finansmanı Daimi Komitesi verilerine göre, 2021-2022 yıllarında bu 19 fon yalnızca 3,7 milyar dolar sağladı. Bu rakam, fon başına ortalama 195 milyon dolar anlamına geliyor ve gelişmekte olan ülkelerin yıllık ihtiyaç duyduğu trilyonlarca dolardan oldukça uzak.
Mevcut Projeler Dahi Zorda
Bunun başlıca nedeni, büyük bağışçı ülkelerin bu fonlara yeterli kaynak aktarmaması. Örneğin ABD, COP28’de kararlaştırılan ve iklim kaynaklı kayıp ve zararları karşılamayı amaçlayan FRLD (Kayıp ve Zarar Fonu) için yalnızca 17,5 milyon dolar taahhüt etti. COP29’da ise Uyum Fonu, 300 milyon dolarlık hedefin oldukça altında kaldı ve mevcut projeleri bile finanse etmekte zorlandı.

ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilmesi, FRLD ve benzeri fonlardan desteğini çekmesi ve dış yardım sistemini dağıtması, mevcut fonların geleceğini daha da belirsiz hale getiriyor. ABD’nin yanı sıra Belçika, Kanada, Finlandiya, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, İsviçre, Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği gibi diğer zengin ekonomiler de iklim finansmanında kemer sıkma politikalarına yönelmiş durumda. Oysa bu ülkeler, 2021-2022 döneminde gelişmekte olan ülkelere sağlanan iklim finansmanının %69’unu ve 2003’ten bu yana iklim fonlarına yapılan katkıların %74’ünü karşılıyordu. Bu tablo, sınırlı kaynakların onlarca küçük ve verimsiz fona dağılması yerine, daha az sayıda, standartları uyumlu ve daha etkili çalışan fonların oluşturulması gerektiğine işaret ediyor. Mevcut sistemde her fonun kendine özgü akreditasyon, onay ve uyum süreçleri bulunuyor. Bu da özellikle küçük ada devletleri gibi iklim krizinden en fazla etkilenen ülkeler için ciddi bir bürokratik yük anlamına geliyor.
Yeni ve İlave Kaynaklar
Ayrıca, bu fonların idari maliyetleri de ciddi bir sorun teşkil ediyor. Örneğin, Özel İklim Değişikliği Fonu’nun 2019-2021 dönemindeki idari giderleri, proje taahhütlerinin yarısından fazlasını oluşturdu. Dahası, bu fonlar genellikle “yeni ve ilave” kaynaklar sağlaması gerekirken, çoğu zaman sağlık, eğitim ve yoksullukla mücadele gibi diğer kalkınma önceliklerine ayrılmış mevcut kaynaklardan besleniyor.
İklim fonlarının kuruluş amacı, Dünya Bankası gibi mevcut çok taraflı yapılarla rekabet edebilecek, daha erişilebilir ve ülke temelli çözümler sunmaktı. Ancak sistemin aşırı dağınıklığı ve kaynak israfı, bu hedeflerin uzağında kalındığını gösteriyor. CIF örneğinde olduğu gibi, geçici olması planlanan fonların kalıcı hale gelmesi de reform çabalarının önünde engel oluşturuyor.
COP30’a ev sahipliği yapacak olan Brezilya’nın, yeni bir fon kurmak yerine, mevcut fonları sadeleştirme ve daha etkili hale getirme yönünde liderlik göstermesi bekleniyor. Uzmanlara göre, dünya iklim finansmanında nicelikten çok nitelik odaklı bir yaklaşıma geçmeli.