Cuma, Aralık 5, 2025

Net-Sıfırın Gerçek Yüzü: Krediler mi, Gerçek Azaltım mı?

SBTi’nin geliştirdiği “net-sıfır” standartları, şirketlerin emisyon azaltımı planlarını bilime dayalı bir çerçeveye oturtmayı hedefliyor. Ancak son dönemdeki tartışma, bu standartların içine doğa temelli çözümlerin nasıl dahil edileceği üzerine yoğunlaşıyor.

SBTİ
SBTİ

İklim kriziyle mücadelede şirketler artık yalnızca kâr tablolarıyla değil, verdikleri taahhütlerle de izleniyor. Bu noktada Science Based Targets initiative (SBTi), iş dünyası için adeta küresel pusula işlevi görüyor. Kulağa umut verici gelse de mesele göründüğünden daha karmaşık. Çünkü bu çözümler bir yandan karbon tutma kapasitesiyle iklim mücadelesine katkı sağlıyor; diğer yandan ise şirketlere “kendi emisyonlarını azaltmadan” dışarıdan kredilerle hedefe ulaşma kolaylığı sunabiliyor. Bu da işin içine greenwashing riskini sokuyor.

Kurtarıcı mı, Bahane mi?

SBTi’nin hazırladığı yeni taslak, karbon kredilerinin belirli koşullarda kullanılmasına kapı aralıyor. Yani bir şirket, doğrudan emisyonlarını azaltmak yerine, örneğin başka bir ülkedeki orman projesini fonlayarak “net-sıfır” hedefine yaklaşabilir. Buradaki hassas nokta şu: Fosil yakıtlardan kaynaklanan emisyon binlerce yıl atmosferde kalırken, bir ormanın ömrü yangınla ya da iklim şoklarıyla birkaç on yıla inebilir. Dolayısıyla “bir ton saldım, bir ton tuttum” hesabı aslında o kadar da denk değil. Üstelik bu yaklaşım, şirketleri kendi operasyonlarını dönüştürmekten uzaklaştırma riski taşıyor. Kendi bacasını temizlemek yerine, başka bir yerde ağaç diktirmek kısa vadede kolay bir çözüm olabilir; ama uzun vadede gerçek bir değişim yaratmaz. Bu tartışma yalnızca uluslararası şirketleri de ilgilendirmiyor. Türkiye’de de ihracata dayalı sektörler (tekstil, otomotiv, kimya, beyaz eşya) Avrupa Yeşil Mutabakatı ve sınırda karbon düzenlemeleri nedeniyle doğrudan bu standardın etkisi altına girecek. Örneğin bir Türk üretici, Avrupa’ya satış yapabilmek için yalnızca kendi fabrikasındaki emisyonları değil, tedarik zincirindeki karbon ayak izini de hesaplamak zorunda kalacak. Bu noktada doğa temelli çözümler, şirketler için cazip bir “tamamlayıcı araç” gibi görünebilir. Ancak eğer bu araç yanlış kurgulanırsa, Türkiye’nin rekabet gücünü artırmak yerine itibarını zedeleyebilir. Ayrıca Türkiye’nin kendi iklim politikaları da burada devreye giriyor. Yenilenebilir enerji yatırımlarında son yıllarda hız yakalayan Türkiye, tarım ve orman alanlarında doğa temelli projeler için ciddi bir potansiyele sahip. Ama bu projelerin karbon kredisi üretme yarışına indirgenmesi, biyolojik çeşitlilik ve yerel halkın haklarını ikinci plana atabilir.

Dünya genelinde tartışma büyüyor: Doğa temelli çözümler “tamamlayıcı” bir araç mı olacak, yoksa şirketlere kolay bir çıkış kapısı mı sunacak? Burada dengeyi belirleyecek olan, politika yapıcıların ve standart koyucuların tavrı.Türkiye için de mesele aynı: Biz bu dönüşümü rakamlarda iyi görünmek için mi yapacağız, yoksa gerçekten geleceği korumak için mi? Cevap, yalnızca iklim politikalarını değil, ekonomik rekabet gücümüzü de belirleyecek.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Daha fazlası...