Patriyarka, kapitalizm ve doğa talanı arasında bağ kuran kadınlar, iklim adaleti için küresel çapta örgütleniyor. Ekofeminizm yükselişte…

Kadın hakları ve çevre mücadelesi artık birbirinden ayrı düşünülmüyor. 1970’lerde ortaya çıkan ekofeminizm teorisi, kadınların doğayla olan bağını politik bir mücadeleye dönüştürüyor. Teoriye göre doğanın sömürülmesi ile kadınların baskı altına alınması, aynı tahakküm sistemlerinin ürünü: patriyarka, kapitalizm ve sömürgecilik.
Bu yaklaşım, bugün Amazonlardan Orta Doğu’ya kadar birçok bölgede yeniden ivme kazanıyor. Kadınlar sadece daha fazla temsil değil; doğa tahribatının temelinde yatan sistemlerin ortadan kaldırılmasını talep ediyor. ABD merkezli Kadınların Toprak ve İklim Eylem Ağı (WECAN) kurucusu Osprey Orielle Lake’e göre, “Bu bir tesadüf değil; gezegenle savaş halinde olmamıza yol açan yapılar yüzyıllardır inşa edildi.”
Ekofeminist Zirve 50 Ülkeden Kadınları Buluşturuyor
2009’da kurulan WECAN, 23-28 Haziran tarihleri arasında 7. Kadınların İklim Adaleti Buluşması’nı çevrim içi olarak düzenliyor. Etkinlikte 50 ülkeden 125’ten fazla kadın lider yer alacak. Katılımcılar arasında eski İrlanda Cumhurbaşkanı Mary Robinson, Paris Anlaşması’nın mimarlarından Christiana Figueres ve pek çok yerli kadın lider bulunuyor. Panellerde gıda egemenliği, orman koruma, alternatif ekonomiler, toprak hakları ve doğanın hakları gibi konular masaya yatırılacak.
Lake’e göre, “Bu sadece çevresel bir kriz değil; aynı zamanda bir adalet ve toplumsal kriz. Kimin merkeze alındığı, nasıl yanıt verdiğimiz büyük önem taşıyor.”
“Toprağın Kalp Atışını Hissediyoruz”
Ekvador’daki Kichwa kadınları, ekofeminist direnişin öncülerinden. Amazonlar’daki Sarayaku bölgesinde petrol ve maden çıkarma faaliyetlerine karşı yıllardır mücadele eden kadınlar, ormanın “canlı bir varlık” olduğunu savunuyor. Yerli lider Patricia Gualinga’ya göre, sanayiyle birlikte bölgeye gelen işçiler, kadınlar üzerinde ciddi cinsel ve fiziksel şiddet yarattı. “Annemin kuşağı korkunç şeyler yaşadı. Birçoğu tecavüze uğradı,” diyor Gualinga.
2012 yılında kurulan Amazon Kadınları Koalisyonu (Mujeres Amazónicas), orman koruma, hak arayışı ve geleneksel bilgiyle ekonomi yaratma üzerine çalışıyor. Sarayaku topluluğu, 2012 yılında Inter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi’nde tarihi bir zafer kazandı ve topraklarına yönelik projeler için yerli halkın “önceden, özgür ve bilgilendirilmiş rızasının” gerektiği kabul edildi.
Kadınlara Yönelik Tehditler Artıyor
Ekofeministlerin savunduğu bir başka gerçeklik ise doğa talanının en ağır yükünü kadınların taşıdığı. Kadınlar, özellikle düşük gelirli topluluklarda; su kıtlığı, gıda güvencesizliği ve yerinden edilme gibi sorunları daha yoğun yaşıyor. Ayrıca madencilik ve fosil yakıt projelerinin olduğu bölgelerde cinsiyet temelli şiddet de artıyor.
EJAtlas verilerine göre, 1960’lardan 2022’ye kadar 842 çevre çatışmasında kadın çevre savunucuları görünür liderlik yaptı; bunlardan en az 81’i suikasta kurban gitti.
Meksika’da ise bu ay içinde, Estela Hernández Jiménez adlı yerli toprak savunucusu, yaşadığı köydeki polis şiddetini belgelemeye çalışırken devlet görevlileri tarafından gözaltına alındı ve fiziksel tacize uğradı.
Orta Doğu’da Ekofeminizm ve Eşitlik Arayışı
Birleşik Arap Emirlikleri merkezli iklim aktivisti Ayshka Najib, çocuk yaşta tanık olduğu Güney Hindistan’daki sel felaketinin ardından harekete geçmiş. Bugün Birleşmiş Milletler ile çalışan Najib, iklim krizinin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki kadınları nasıl etkilediğine dikkat çekiyor: “Balıkçılık, tarım yok oluyor; kadınlar geçimini sağlayamıyor. Bu da erken evlilik, eğitimden kopuş ve artan şiddet anlamına geliyor.”
Najib’e göre bu tabloya sadece iklim gözlüğüyle bakmak yetersiz: “Aynı sistemler hem doğayı yok ediyor hem kadınların bedenlerini denetliyor.”
“Alternatifler Kadınlarda”
Ekofeministler, çözümün sadece yeşil enerji olmadığını savunuyor. Bu hareket, doğayla uyumlu, kolektif yaşam biçimlerini ve sürdürülebilir yerel ekonomileri destekliyor. Lake’in deyimiyle, “Çıkarma ekonomisi doğanın ve emeğin tahakkümüne dayanıyor. Oysa kadınların öncülüğündeki sistemler dayanışma, bakım ve karşılıklı saygıya dayanıyor.”
Johannesburglu iklim aktivisti Zukiswa White ise sömürgecilik ve toprak gaspının bugün dahi Güney Afrika’da çevresel eşitsizliği beslediğini belirtiyor: “Bize kalkınmanın tek yolu buymuş gibi satıldı. Ama dünyanın her yerinde milyonlar, bu sonsuz büyüme ve sömürü kültürüne direniyor.”