Zeytinlik alanların madencilik faaliyetlerine açılmasını öngören yasa teklifinin konuyla ilgili 11. maddesi onaylandı. Böylece zeytinlikler, meralar, ormanlar ve sulak alanlar gibi kritik ekosistemler enerji ve madencilik faaliyetlerine açılabilecek. Sürdürülebilirlik Uzmanımız Melda Tuna anlatıyor…

Ancak teklif yalnızca bu düzenlemeler ile sınırlı değil. Düzenleme ayrıca:
• Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçlerinin kısaltılmasını,
• İzin ve onay süreçlerinin 48 aydan 24 ayın altına düşürülmesini,
• 12 ay içinde karar çıkmazsa “izin verilmiş sayılır” hükmünün uygulanmasını,
• Rehabilitasyon için ruhsat sahibine her yıl ek ücret yükümlülüğü getirilmesini öngörüyor.
Neden bu yasa?
Teklifin gerekçesinde, Türkiye Ulusal Enerji Planı’nda yer alan “2035 yılı itibarıyla yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen elektrik üretim oranının %65’e çıkarılması” hedefi vurgulanıyor. Mevcut durumda, yenilenebilir enerji yatırımlarında izin süreçlerinin oldukça uzun sürdüğü ifade edilerek; bu süreçlerin sadeleştirilmesiyle zaman ve maddi kayıpların önüne geçilmesinin amaçlandığı belirtiliyor.
İklim kriziyle mücadele ve düşük karbonlu ekonomiye geçiş için yenilenebilir enerji kaynaklarının artırılması kuşkusuz kritik önemde. Ancak teklif, yenilenebilir enerjinin dalgalı ve kesintili doğası gerekçesiyle “hibrit model” öneriyor ve bu kapsamda kömür ile diğer fosil yakıtların sistemde tutulmasını savunuyor. Artan elektrik ihtiyacına karşı istikrarlı enerji arzı sağlamak adına madencilik faaliyetlerinin gerekli olduğu dile getiriliyor.
Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık gibi ülkeler, yenilenebilir enerji hedeflerini her geçen gün daha da iddialı hale getirerek kömürden çıkış yol haritalarında kararlılıkla ilerlerken, biz bu “karma model”e gerçekten ihtiyaç duyuyor muyuz, diye sormadan edemiyorum…
Rehabilitasyon bedeli, yok olan arazileri kurtarabilir mi?
Teklife göre, ruhsat bedeline ek olarak daha yüksek tutarda bir “rehabilitasyon bedeli” getiriliyor. Yani kesilen zeytinliklerin başka bir alana taşınması, madencilik faaliyetleri tamamlandıktan sonra da bölgede yeniden ağaçlandırma yapılması planlanıyor. Bu iyi niyet göstergesi, kâğıt üzerinde olumlu görünse de ekosistem perspektifinden bakıldığında, maddi bir bedelin manevi ve çevresel tahribatları karşılaması oldukça tartışmalı. Çünkü:
- Fidan yeni ortamda kök salmayabilir, toprağa uyum sağlamayabilir,
- Sökülen ağaçların kökleri zarar görebilir; yaşama olasılığı azalabilir,
- Zeytinlikler kesildiğinde memeli, kuş, böcek vs. habitatlarının yok olacağı için biyoçeşitlilik kaybı yaşanabilir,
- Zeytinliklerin örtüsü kalkınca iklim düzeni değişebilir, bölgenin karbon yutak görevi azalır ve bölgesel mikroklima risk altına girer.
- Zeytinin üretime ulaşması yaklaşık 7–10 yıl alabilir: zeytin ağacı verimli hale gelene kadar ciddi bir zaman ve ekonomik kayıp yaşanabilir,
- Bölgenin (zeytinlik) ekosistemi (biyolojik çeşitlilik, toprak kalitesi, su döngüsü vb.) bozulabilir. Toprak kimyası, su tutma kapasitesi değişebilir,
- Toprağın derin ve ani kazılarla açılması, toprak kaymaları (tosun hareketi), yüzey ve yeraltı su seviyesinde düşüş ve bitki örtüsü ortadak kaldırıldığında rüzgâr erozyonunda artışa neden olabilir.

Aydın Madeni Örneği: Linyit Yatağıydı, Zeytin Yatağı Oldu
Rehabilitasyon bedelinin gündeme gelmesiyle birlikte, Aydın’daki örnek sıkça karşımıza çıkıyor. Bu projede, maden faaliyeti sona erdikten sonra alana zeytin fidanları dikilerek rehabilitasyon çalışması yapıldı. Ancak bu örnek, geniş çaplı bir ekolojik iyileşmeden çok, sınırlı bir alanın sembolik onarımı niteliğindeydi. Toprak yapısı değişmiş, biyoçeşitlilik yitirilmişti. Fidanlar dikilmiş olabilir; ama kaybedilen ekosistemin tamamı geri gelmedi, yaşam alanını kaybeden canlıların akıbeti ise belirsiz. Bu nedenle her eski maden sahasına “zeytinlik olur” gözüyle bakmak, ümit verici olsa da, ne yazık ki doğa kanunları gereği gerçekçi olmayabilir.
Gelecek nesillere ne bırakalım: Zeytin mi, Maden mi?
İklim krizinin etkilerini her geçen gün daha da şiddetli hissediyoruz: Mayıs sonunda Muğla bölgesinde yaşanan dolu yağışı, Nisan ayında 36 ili etkileyen zirai don, küresel su sıcaklıklarındaki artış nedeniyle denizlerimize göç eden istilacı balıkların balıkçılık sektörüne etkisi derken, artık sadece “nasıl bir dünya bırakacağımızı” düşünmekle yetinemeyiz; karar vermemiz gerekiyor.
İstatistiksel olarak madencilik faaliyetlerinin orman alanlarının binde 3’ünü, zeytinliklerin ise on binde 4’ünü etkilemesi önemsiz gibi görünebilir. Ama Prof. Dr. Doğanay Tolunay’ın şu sözü aklımdan hiç çıkmıyor: “İklim krizini hesaba katmadan artık ne ormancılık ne de madencilik yapılabilir.”
Bir sürdürülebilirlik çalışanı olarak, yenilenebilir enerji yatırımlarının iklim kriziyle mücadele için hızlanmasını elbette destekliyorum. İzin süreçlerinin sadeleştirilmesi gerektiğine de katılıyorum. Ancak aynı dokümanın içinde, yeşil altınımızın, karbon yutaklarımızın ve toprağımızın elden gittiğine görünce de sormadan edemiyorum: gelecek nesillere doğa mi, maden mi bırakacağız ?
Unutmayalım ki zeytin ağacı yalnızca bir tarım ürünü değil, aynı zamanda kadim bir simgedir. Bir zeytinliğin yok edilmesi, sadece toprağın değil; belleğin ve kültürel mirasın da kazınması anlamına gelir. Antik Yunan’dan günümüze, barışın, bilgeliğin ve yeniden doğuşun simgesi olan bu ağaçlar; kökleriyle geçmişi, gövdesiyle bugünü, dallarıyla ise geleceği taşır. Şimdi sıra, bizim onları geleceğe taşımamızda.
