Türkiye, Birleşmiş Milletler’e sunduğu yeni iklim planında 2030’a kadar “emisyon azaltımı” hedefi açıkladı. Ancak uluslararası gözlemciler, planın gerçekçi bir azaltımdan çok, artış hızını yavaşlatmayı amaçladığını söylüyor.

Türkiye, Paris Anlaşması kapsamındaki iklim taahhütlerini güncelledi. Birleşmiş Milletler’e (BM) sunulan yeni ulusal katkı beyanında (NDC), 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında “mevcut gidişata göre” %41 oranında azaltım hedefi yer aldı. Ancak bu hedef, ilk bakışta umut verici görünse de, planın temelini oluşturan “iş-yapılan senaryo”nun (BAU) emisyon artışı öngörmesi nedeniyle uluslararası çevrelerde tartışma yarattı.
İklim politikalarını izleyen bağımsız kuruluş Climate Action Tracker (CAT), Türkiye’nin güncellenmiş planını “yetersiz” kategorisinde değerlendirdi. CAT’in analizine göre Türkiye’nin 2030 hedefi, fiilen emisyonların artmasına izin veren bir yol haritası anlamına geliyor. Kuruluşa göre Türkiye, 2038 yılına kadar emisyonlarının zirveye ulaşmasını, yani bu tarihe kadar artışın sürmesini planlıyor.
Bloomberg’in geçen yıl yayımladığı habere göre de Türkiye’nin resmi senaryolarında 2030 itibarıyla emisyonlarda yaklaşık %32 artış öngörülüyor. Bu tablo, Paris Anlaşması’nın 1.5 °C hedefiyle açık bir çelişki oluşturuyor.
Türkiye’nin 2024-2030 dönemini kapsayan “İklim Değişikliği Önleme ve Uyum Strateji ve Eylem Planı” ise enerji, ulaşım, tarım, sanayi ve atık yönetimi gibi sektörlerde dönüşüm adımlarına yer veriyor. Ancak uzmanlara göre, kömür ve fosil yakıtların enerji üretimindeki ağırlığı sürdüğü sürece bu planlar kağıt üzerinde kalma riski taşıyor.
İklim politikası uzmanı Prof. Dr. Barış Karapınar’a göre, “Türkiye’nin hedefi teknik olarak bir azaltım değil, bir artış yavaşlaması. Gerçek bir iklim liderliği için emisyonların mutlak olarak düşmesi gerekir.”
Bu durum, sürdürülebilir iş dünyası açısından da çelişkili bir tablo ortaya koyuyor. Özel sektör son dönemde yeşil finansman, karbon yönetimi ve yenilenebilir enerji yatırımlarında hızlı bir ivme kazanmış olsa da, ulusal hedeflerin düşük tutulması bu girişimlerin küresel ölçekte rekabet gücünü sınırlayabilir.
Uluslararası yatırımcılar artık ülkelerin emisyon politikalarını risk değerlendirmelerine dahil ediyor. Bu nedenle Türkiye’nin “emisyon artışına izin veren” planı, gelecekte hem yeşil fon akışlarını hem de ihracat pazarlarındaki konumunu etkileyebilir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin BM’ye sunduğu yeni iklim planı, yalnızca çevre politikası açısından değil, sürdürülebilir iş yaşamının yönü açısından da belirleyici olacak. Ülke hâlâ büyüme ve kalkınma dengesini gözeterek iklim hedeflerini şekillendirmeye çalışıyor; fakat artık sorunun özü şu soruya indirgeniyor: Gerçekten azaltıyor muyuz, yoksa sadece yavaşlatıyor muyuz?
