AB’nin uzun vadeli çevre ve iklim hedefleri alarm veriyor. EEA’nın son raporu, “daha hızlı, daha cesur ve daha bütüncül” adımlar gerektiğini söylüyor. Peki bu tablo Türkiye’yi nasıl etkiliyor? Cevap, düşündüğünüzden çok daha yakında.

Avrupa Çevre Ajansı’nın (EEA) yeni değerlendirmesi, AB’nin sürdürülebilirlik yolculuğunda pek de parlak bir manzaraya işaret etmiyor. Emisyonlar azalıyor, yenilenebilir enerji payı artıyor, politika metinleri birbirini izliyor… ama iş pratiğe gelince, tablo biraz Sisyphean: tepeye doğru itilen kaya bir noktada geri yuvarlanıyor. Biyolojik çeşitlilik kaybı devam ediyor, su kaynakları baskı altında, tüketim alışkanlıkları pek de “yeşil dönüşüm” ruhuna uymuyor. EEA da tam bu nedenle epey net konuşuyor: “Bu hızla gidilirse, uzun vadeli hedefler hayal olur.”
AB’nin en büyük açmazı, iklim politikalarının tek kanatla uçamaması. Emisyon azaltımında ilerleme olsa da, iş toprak, su, doğal alanlar ve kaynak tüketimi gibi diğer ekosistem öğelerine geldiğinde çark yavaşlıyor. Döngüsel ekonomiye geçiş hâlâ beklenen ivmeyi bulabilmiş değil; üretim-tüketim kültürü ise eski alışkanlıkların ağırlığı altında debeleniyor.
Türkiye Cephesi
İşin Türkiye cephesine gelince… AB’nin zorlanması bizi doğrudan ilgilendiriyor. Çünkü hem ihracatın yarıdan fazlası AB’ye gidiyor hem de Avrupa’nın yeşil hedefleri, bizim için dolaylı değil, ciddi ciddi “ev ödevi” niteliğindeler. AB yavaşladığında, bizim de sürdürülebilirlik patikamız biraz daha karmaşık hâle geliyor. Yeşil Mutabakat’ın gerektirdiği karbon ayak izi hesapları, tedarik zinciri şeffaflığı, su ve enerji verimliliği gibi başlıklar hâlâ kapıda. Avrupa hedeflerini tutturamazsa, bu alanlardaki baskı daha da artabilir.
Günün sonunda diyebiliriz ki, Avrupa, yeşil dönüşümde hızlanmak zorunda; Türkiye ise bu dönüşümün hemen yanı başındaki komşu ülkesi olarak aynı yolda yürümekten kaçamaz. EEA’nın raporu, belki AB için bir uyarı niteliğinde ama bizim için çok net bir mesaj barındırıyor: “Yola beraber çıktık, tökezlemeler hepimizi etkiliyor!”
